Hakkımda

Cumartesi, Ocak 28, 2012

Yağmurlu Bir Gün

Yağmurlu günlerimize ithafen...

Yağmurlu bir günü düşünün;

Gri, soluk, ıslak ama cansız.

Bir sabah uyanıyorsun, bir bakıyorsun ki; bir gün önceden bıraktığın her şey sanki tek bir rüzgarla uzaklara, ulaşamayacağın kadar uzaklara taşınmış. Güneş bırakmışsın önceki günden, bulutların arkasına saklanmış. Kuşları bırakmışsın, yuvalarına çekilmiş. Kelebekler, kozasına dönmüş sanki. Mutluluk, heyecan, umut, rahatlık içimize çekilmiş. Elini uzatıp çıkarmaya çalışsan içinden birini, birileri tutuyor elini.

İşin edepli yanını bir tarafa bırak, baktığın her yerde renkler kontrastını kaybediyor. Yapraklardan yüzlere, topraktan havaya her şey gri ve tonlarına dönüyor.

Bir düşün yağmurla uyandığın bir sabahı... Hele ki bir de boğazına kadar yalnızlığa battığın bir sabah olsun bu. O yataktan kalkıcaksın; yatak 25 derece, dışarısı 15... Ellerin ayakların buz kesecek, o buz gibi suyla yüzünü yıkayacaksın ve aynada burnunun kızarıklığına bakıp kendine gülümseyeceksin; becerebilirsen... Daha bitmedi, bir de bunun kapının dışında kalan kısmı var. Saat 9:00 olsun, yarım saat sonra da girmek zorunda olduğun bir bina... Üstelik öğlen bilmem kaça kadar da çıkmamacasına... Ya da bunlar olmasın; hafta sonu olsun, tatil olsun ama o ışık olmasın dışarıdaki...

Yağmurlu bir gün insanı deli edecek kadar donuktur ya da yalnız bir gün insanı deli edecek kadar yağmurludur.

Yağmurlu günler, başını çevirdiğin yerde güzel bir gülüş olmazsa güneşsizdir, ışıksızdır, lüzumsuzdur.

Ancak döngünün önüne geçemezsin! Yağmurlu günlerin ardında başka güneşler var, güneşli günlerin ardında da başka yağmurlar... Şimdi içindeysen eğer bu yağmurun, güneşi düşün, güneşli günündeysen de yağmuru...

Yağmurlu bir güne uyanıyorsan eğer, bir de uyanamamış olduğunu düşün!

Gerçekten uyanamadığını...

Hayatında hiç istemeyeceğin kadar uyanmak isteyip de uyanamadığını...


Yağmurlu günler için de teşekkür borçlu değil miyiz?

Perşembe, Eylül 03, 2009

Çay Keyfi


4 Eylül'da Allianz'ın Çay Keyfi diye bir yarışması varmış... An itibariyle zaten 1 gün kaldı, uyumayıp sabahın ilk saatlerinde göndersem başvuruyu yetişmeyecek bile... Hem zaten onların kazananları falan da bellidir, ben kazanamam, bir de tek fotoğrafla hayatta...

Hem beni sizler var ettiniz falan filan ya... Koyarım aha buraya bu fotoğrafı, beğenen yazabilir, çizebilir, övebilir, yerebilir... Her türlü görüş ve öneriye açığız ama h.sonları sabah: 10.00 akşam: 17.00 saatleri arasında açığız, öyle her kafanıza estiğinde yazamazsınız buraya...

Bi de beğenenlerden ayrıca rica olunur; madem heyeti umumiye sizsiniz, yarışmada 6.000 TL veriyolardı ödül olarak, nakit olarak rica ediciim...

Beğenmeyenler de yüz görümlüğü 3-5 bişey atsında çorbamız çıksın... :)

Artık sanatım için çirkefleşirim de... Nerde para orada sanat... :)


Çay da afiyet olsun Ramazan'da oruçlu oruçlu ohhh... Mis gibi... :)

Cumartesi, Mayıs 02, 2009

Ara Güler, görsellik ve görüşsellik...


Değerli üstad Ara Güler'e saygıyla...

Sanat; çok yönlü olduğu bilinmekle birlikte, toplumsal alışkanlıklara göre de denge değişimi yaşayan bir uğraşıdır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada en uzun zaman takip ve icra edilen sanat dalı hepimizin tahmin edebileceği üzere müzik sonsuz gelişimine devam ederken, yaşanan bir takım değişim, reform ve teknolojik gelişimlerle birlikte işin içine görsel sanatlar ve beraberinde görselliğin en yüksek hakimiyete sahip olduğu fotoğrafçılık da dahil olmaya başlamıştır.

Bu tanımlamayla beraber akla gelecek olan ilk ışık, muhtemelen çok değerli fotoğraf üstadı Ara Güler hocanın dediği "Fotoğraf sanat değil, tarih yazmaktır. Biz tarihçiyiz, aslında tarih yazıyoruz. Görsel tarih yazıyoruz. Devir görsellik devridir. Yazı, edebiyat devri bitmiştir…" sözleri olacaktır. Evet, üstadın çektiklerine(!) bakılacak olunursa fotoğraf gerçekten sanat değil, tarih yazarlığıdır. Ancak herhangi bir tarihsel öge içermediği halde çok güzel olan, beğeni toplayan ve büyük uğraşlar sonucu, ince ince işlenerek ortaya çıkan fotoğraflar da bulunmaktadır. Bu durumda fotoğrafın çok yönlülüğü ve yorumsal oluşu, yani görselliğin görüşselliğe dönüştüğü inkar edilemez.

Aslında durum hakkında yorum yapmak da biraz ateşe atlamaya benziyor. Zira terazinin bir kefesinde Ara Güler, diğer kefesinde de yaptığı işin sanat olduğunu iddia eden arkadaşlarımız varken ibrenin göstereceği yön pek de değişecekmiş gibi görünmüyor. Öyle sanıyorum ki; Ara Güler kadar bu işe emek vermiş olan biri daha yetişip de (!?) üstadın görüşünün aksini ifade etmediği sürece, fotoğrafın sanat olduğu görüşleri sessiz çığlıklar olarak camianın mensuplarının içinde patlayacağa benziyor.

Sonuç olarak; deklanşöre bastığımızda duyduğumuz ses bize hala haz veriyorsa...

Ne yaptığımıza değil de nasıl yaptığımıza bakmak en doğrusu olsa gerek.


Saygılar...